Kasım 25, 2024

İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu’nun “Hamas’a verecekleri yanıtın Orta Doğu’yu değiştireceği”ne dair tehdidi neye işaret ediyor?

İsrail açısından Orta Doğu’nun değişmesi demek Gazze’nin haritadan silinmesi, buradaki Filistinlilerin Mısır tarafında Sina’ya sürülmesi; Batı Şeria’nın tamamen işgal ve ilhak edilmesi, buradakilerin de Ürdün’e itilmesi; Doğu Kudüs’te Filistinlilerin geri dönülemez şekilde silinmesi; Lübnan’da Hizbullah’ın dişlerinin sökülmesi; İran’ın kendi kabuğuna hapsedilmesi, mümkünse nükleer programıyla yerin dibine gömülmesi; Suriye’nin bir daha Golan’ı ağzına alamayacak duruma sokulması; bütün bunların üzerine bir de Arap ülkesiyle el sıkışıp Abraham Anlaşmaları’nın taçlandırılması…

Her biri kıyamet gününe birer davetiye.

Evvela Netanyahu’nun kendi paçasını kurtarması gerekiyor. Mısır istihbarat servisinin Aksa Tufanı’ndan 10 gün önce İsrail’i ‘büyük bir şeyin olacağı’ konusunda uyarmasına rağmen Hamas’ın savaşı İsrail’e taşıyan hazırlıklarının görülmemesi Netanyahu’nun ipini çekmeye kâfi. Bunun için X hesabından paylaştığı cehennemi görüntülere daha fazla ihtiyacı var.

İsrail yüzde 75’i zaten mülteci olan 2.3 milyon Filistinlinin “açık cezaevi” koşullarında yaşamaya mahkum ettiği Gazze’nin elektrik ve suyunu kesti. Yakıt ve gıda sevkiyatını durdurdu. Gazze’yi gece gündüz vuruyor. Buna mukabil Hamas’ın askeri kanadı İzzeddin el Kassam Tugayları yeni bir çizgi çekti: “Evlerinde olan halkımıza karşı uyarı yapılmadan gerçekleşen her saldırı karşısında elimizdeki sivil rehinelerden birini infaz edeceğiz.”

Ölü ya da diri hiçbir esirin geride bırakılmaması ilkesine bağlılığıyla bilinen İsrail ne kadar yıkıcı ve ölümcül olduğunu kanıtlamaya çalışıyor. İsrail’e sızan Filistinli savaşçılarla çatışmaları bitirdikten sonra tankları bütün hışmıyla Gazze’ye sürmek istiyor. Darbelenen kibrini ve caydırıcılığını tamir için her tür acımasızlığa Batı’nın desteğini, dünyanın geri kalanının da sessizliğini garantilemiş gözüküyor. Hamas’a lanet yağmuru altında Avrupa Komisyonu da Filistin’e yardımları askıya aldı. ABD, Fransa, Almanya, İtalya ve İngiltere liderleri ortak bir bildiriyle “İsrail’in kendisini bu tür mezalime karşı savunma çabalarını destekleyeceğiz” dedi. Zalim etiketi İsrail’den Filistin’e döndü!

Uluslararası alandan, İsrail’i kara harekâtından caydıracak herhangi bir baskı yok. Ancak bu hamle İsrail’e farklı yerlerden cepheler açılması riskini getiriyor. Cenin’de silahlarıyla Hamas’a destek gösterisi yapan Filistinlilere bakılırsa Batı Şeria’daki olası intifada İsrail’in enerjisini ve dikkatini dağıtabilir. Ki bunun önünü almak için yerleşimler arasına demir kelepçelerini geçirmeye başladı.

En önemlisi Lübnan’ın güneyinden cephe açılması ihtimali. Hizbullah’ın hangi koşullarda çatışmalara dahil olacağı bilinmese de kara harekâtı kırmızı çizgi gibi duruyor. Sınırdan sızma denemeleri ve karşılıklı salvolarla taraflar birbirini test ediyor. Bu atışmalar şimdilik Hizbullah ve İslami Cihad’dan birkaç savaşçının yaşamına mal olurken İsrail tarafında da yaralanmalar oldu.

İsrail, Hizbullah’a şunu söylüyor: “Lübnan’dan bize karşı her türlü eylemden doğrudan siz sorumlusunuz. Bilginiz olsun veya olmasın Filistinlilerin Lübnan’dan gerçekleştirdiği her türlü faaliyetten de siz sorumlusunuz.”

Tarafsız olmadığını deklare eden Hizbullah da “Düşman kırmızı çizgilerimizi biliyor” diyor. Kuvvetle muhtemel ki Lübnan’a saldırı ve Gazze’ye kara harekâtı kırmızı çizgilerin başında geliyor.

Bu noktada da ABD devreye giriyor. Başkan Joe Biden, İsrail’in arkasında dururken önceliği üçüncü tarafların Yahudi devletine cephe açmasını önlemeye vermiş gözüküyor. Netanyahu ile ikinci telefon görüşmesinde Gazze’deki rehinelerin durumunu gündeme getirdi. Kayıplar ve rehineler arasında Amerikan vatandaşı Yahudiler de var. İsrail lideri ise “Gazze’ye girmeliyiz, bu aşamada pazarlık yapmayacağız. Orta Doğu’da zayıflık gösteremeyiz” yanıtını veriyor. Dün üçüncü görüşme oldu. Amerikalı kaynaklar bu aşamada İsrail’e kendisini tutmasının telkin edilmediğini söylese de Biden’ın yine rehinelere ve üçüncü tarafların çatışmaya karışması ihtimaline ağırlık verdiği anlaşılıyor.

Diğer taraftan Amerikan Kongresi’nde 7 Ekim ile 11 Eylül arasında kıyaslamalar yapanlar, ölen 900 İsraillinin 20 bin Amerikalıyla eşdeğer olduğunu söyleyenler, ABD’nin 2001’de teröre karşı nasıl uluslararası koalisyon kurduysa şimdi de bunu İsrail için yapması gerektiğini savunanların sesi patlıyor. Amerikalı kayıplar ve rehineler de işi kızıştırıyor.

İsrail’i her koşulda savunmak ile Orta Doğu’da büyük bir savaşın içine çekilmekten kaçınmak arasında sıkışan Biden yönetimi olası senaryolara göre kendi pozisyonunu şekillendirmeye çalışıyor. Yaptığı ilk şey bölgeye uçak gemisini göndermek oldu. Amerikan medyasına sızan bilgilere göre Washington ilgili başkentlere uçak gemisinin çatışmalara karışmak değil caydırıcılık amacı taşıdığı mesajını iletti. Anlaşılacağı üzere mesajın doğrudan adresi İran ve Hizbullah. ABD Genelkurmay Başkanı General Charles Brown pazartesi günü bir grup Batılı gazeteciye niyetlerini şöyle izah etmiş: “Güç pozisyonumuz sadece İsrail’i desteklemek için değil, aynı zamanda çatışmada Hamas’ı desteklemeye karar verebilecek diğer oluşumları da caydırmak içindir.”

NBC News’e konuşan bir yetkili de uçak gemisinin hedefinin İran ve Hizbullah olduğunu vurgulamış. Ve nihayetinde dün Biden uyarıyı bir tık yukarı çekti: “Tekrar söylüyorum, herhangi bir ülke, herhangi bir kuruluş, bu durumdan faydalanmayı düşünen herkese tek bir sözüm var: Sakın, sakın.”

Son birkaç günlük çabaya dair bir iki şey daha aktarayım: Bugünlerde Beyrut’taki en büyük nefret öznesi sayılan Amerikan Büyükelçisi Dorothy Shea, Başbakan Necip Mikati’yi arayarak güney sınırlarının sıkı sıkıya kontrol altında tutulmasını istedi. Ayrıca Amerikalı istihbarat yetkilileri benzer mesajları Kamu Güvenliği (istihbarat) Direktörü Tümgeneral Elias el Bisari’ye iletti.

Fransa, Almanya ve İspanya da bazı Arap ülkelerinden Hizbullah’ı dizginlemek için devreye girmelerini istedi. Bir taraftan Dürzi lider Velid Canbolat gibi Batı ve Körfez blokuyla iyi geçinen Lübnanlı aktörler de Hizbullah’a tembih üzerinde tembihte bulunuyor.

Peki bu çabalar sonuç vermiş mi? Göreceli olarak evet ya da hayır. Lübnan Dışişleri Bakanı Abdallah Buhabib’a göre Hizbullah, İsrail’in Lübnan’a saldırıda bulunmaması halinde savaşa müdahil olmayacağı güvencesini vermiş. Yine de ne olacağını kimse bilemiyor.

Hizbullah çatışmaya girer de Amerikalılar buna karşılık verirse diye sağlama alınması gereken zincirleme başka cepheler var. Suriye, Irak ve Yemen’de ‘direniş ekseni’ndeki güçler de bölgedeki Amerikan çıkarlarını hedef alabilir. Bu senaryoyu bertaraf etmek için de ön almaya çalışıyorlar. Suriye, Irak ve Yemen’deki aktörlere bazı Arap ülkeleri üzerinden “Sakın ha” diye mesajlar ulaştırıldı. İddiaya göre Arapların Şam’la ilişkilerinin önünü açan BAE, Suriye liderliğine telkinlerde bulundu.

Son dönemlerde ABD ile İran arasında yürütülen gizli diplomasi sayesinde Irak ve Suriye’de Amerikan güçlerine yönelik saldırılar kesildi. Şimdi Irak’ta Haşd el Şaabi içindeki Bedir Örgütü’nün lideri Hadi el Amiri “İsrail ile Filistin arasındaki savaşa karışırsa Irak’taki Amerikan varlıklarını hedef alacağız” diye tehdit savurdu.

Bu arada İran’ı köşeye sıkıştırmak için Wall Street Journal üzerinden bir haber servis edildi. İddiaya göre saldırı planlaması Beyrut’ta Kudüs Gücü, Hizbullah, Hamas ve İslami Cihad liderlerinin katıldığı toplantılarda yapıldı. Bu toplantılardan ikisinde Dışişleri Bakanı Emir Abdullahiyan da yer aldı. İranlı yetkililer saldırıya yeşil ışığı 2 Ekim’deki toplantıda verdi. Mossad ve CIA’in köreldiği düğümü Wall Street Journal çözmüş! Bu haberin tutarsızlığına dair bir sürü tespit var. Bunun detaylarına girmeyeceğim. İran bunu her kademede yapılan açıklamalarla reddetti. Dini lider Ali Hamaney 10 Ekim’deki konuşmasında İran’ın Aksa Tufanı’na dahil olmadığını, bunun Filistinlilerin kendi karar ve eylemi olduğunu vurguladı. Tabii Filistinli örgütlere desteklerini de yineledi. İran Dışişleri Sözcüsü Nasır Kenani İran’a karşı aptalca bir hareketin yıkıcı yanıtları olacağı uyarısında bulundu. Tabii ki İran “Evet biz işin içindeyiz” diyerek kendisine yönelecek saldırılara gerekçe sunacak değil! İran’ın Hamas, İslami Cihad ve Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’ne desteği aşikâr. İran’ın şu şekilde hedefe konulması başka cepheler açılmasını önleme amacı taşıyor sanki. Elbette İsrail’in yıllardır ABD’yi de sürüklemek istediği büyük bir savaş var, orası ayrı. Fakat şu aşamada karşı cephe de medya üzerinden yürütülen savaşı resmi demeçlere taşımaktan kaçınıyor. 9 Ekim’de İsrail Ordu Sözcüsü Daniel Hagari, İran’ın dahil olduğuna dair işaret bulunmadığını açıkladı. Buna paralel olarak ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken “İran’ın bu saldırıyı yönlendirdiğine ya da arkasında olduğuna dair henüz bir kanıt görmedik, ancak kesinlikle uzun bir ilişki var” dedi. Benzer bir açıklama Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Konseyi Sözcüsü John Kirby’den geldi.

ABD, İsrail’e kalkan olup İran ve vekillerini uzak tutmaya odaklanırken bir yandan da Arapları İsrail’le kucaklaştıran normalleşme sürecini uçurumdan çekmeye çalışıyor. Suudi-İsrail yakınlaşmasının bozulmaması için Riyad’ı yakın planda tutuyorlar. İran Genelkurmay Başkanı Muhammed Bagari’ye göre Hamas operasyonu Araplarla normalleşme girişimlerinin İsrail’i çöküşten kurtaramayacağını ispatladı. Bu da başka bir yazı konusu.

zetlersek Gazze’deki intikam savaşının Gazze’de kalması için Amerikan diplomasisi ve askeri aygıtları devrede. Üçüncü cephe ABD’yi istemediği bir zaman diliminde Orta Doğu’da çetrefilli bir sürece çekebilir. Rusya da ABD’nin, Irak işgalinden geri kalmayacak bir savaşa gömülmesini canı gönülden ister.

Translate »