Kasım 24, 2024

Kadir Üstün

İsrail’in Gazze operasyonlarına karşı protesto hareketleri, Amerika’da ifade özgürlüğünün sınırlarının yeniden sorgulanmasına yol açtı. İsrail yanlısı grupların İsrail eleştirilerini antisemitizmle bir tutma çabaları örgütlü ve sistematik bir hal aldı. Medya organlarına verilen ilanlar ve Kongre’deki lobi faaliyetleri üzerinden yürütülen bu kampanyanın ana mesajı şuydu: Filistinli sivilleri savunmak adına yollara dökülen kalabalıklar, antisemitizmin yükselmesine sebep oluyor. Bununla birlikte dünyanın önde gelen üniversitelerinin Filistin’i destekleyen gruplara sansür uygulamaları, antisemitizm damgası yeme korkusu ve etkili bağışçıların desteğini çekme tehditlerinin akademik hürriyetin sınırlarını belirleyebildiğini gösterdi. Filistin yanlısı tavırları yüzünden işinden olan veya dışlanan ünlü ismin tecrübesi de antisemitizm travmasının örgütlü siyasi güçler tarafından nasıl etkin bir silah olarak kullanılabildiğini gösteriyor. Bunun Amerika’nın en gurur duyduğu demokratik değerlerinden biri olan ifade özgürlüğüne darbe vuracağını söylemek abartı olmayacaktır.

İsrail yanlısı lobi gruplarının en etkin olduğu kurum olan Kongre’de bugünlerde geçirilmeye çalışılan bir yasa tasarısı Siyonizm karşıtlığını antisemitizmle aynı şey olarak tanımlıyor. Bu yasanın Demokratlar arasında bir ayrışma yaratması kuvvetle muhtemel zira bu tür bir tanımlamanın tamamen siyasi olduğu ortada. Dahası mutlak ifade hürriyetine inanan Cumhuriyetçilerin de bu tür bir tasarıya destek vermek için savundukları temel değerlere aykırı bir tavır takınmaları gerekecek. İsrail lobisinin özellikle Ortadoğu meseleleri söz konusu olduğunda Kongre üzerindeki etkisi biliniyor ve böyle bir tasarı geçse de bunun mahkemelere götürülmesi kuvvetle muhtemel. Ancak böyle bir zaferin İsrail lobisi açısından medya kurumlarını, üniversiteleri ve yerel siyaseti etkilemekte kullanılabilecek bir fonksiyonu olacaktır.

Filistin yanlısı gösterilerde en etkin grupların bazıları Yahudi öğrenci ve vatandaşların organize ettikleri gruplar olduğu için bu grupların da sindirilmesi amaçlanıyor. İsrail yanlısı gruplar, kendilerini anti-Siyonist olarak tanımlayıp antisemitizmi reddeden bu grupları ‘kendinden nefret eden Yahudiler’ olarak yaftalamayı amaçlıyor. Arap ve Müslüman protestocuların antisemitizmle susturulması nispeten kolay olabilir ama aynı şeyi Yahudi protestocu gruplar için söylemek çok daha zor. Üniversitelere donörler üzerinden baskı yapan ve medyada öne çıkan eleştirel isimleri medya patronlarına şikâyet ederek susturmaya çalışan bu gruplar bir yandan da Demokrat gençleri kaybettiklerinin farkında. En son basına sızan bir ses kaydı antisemitizmle mücadele gruplarının liderlerinden birinin gelecek nesli kaybettiklerini itiraf ettiğini gösteriyor.

Trump döneminde yaşanan George Floyd gösterilerinde sadece siyahi protestocuların olmaması, aksine beyaz gençlerin sokaklara dökülmesi çok etkili olmuştu. Filistin yanlısı gösterilerde de sadece Müslüman ve Arapların değil aynı genç beyaz kitlelerle birlikte Yahudilerin de protestolara katılması kamuoyunun gözünde işin rengini değiştiriyor. Başkan Biden’ın katıldığı bütün etkinliklerde bu grupların protestolarıyla karşı karşıya kalması, yönetimin antisemitizmle birlikte İslamofobiye de karşı çıkmak zorunda kalması, Arap ve Müslüman seçmenlerin başlattığı ‘Biden’ı Bırak’ kampanyası yönetimin ne kadar sıkıştığını gösteriyor. Protesto ve ifade hürriyetine destek vermek zorunda olan ama bir yandan da antisemitizmin yükselişi tehlikesiyle mücadele etmek durumunda kalan Biden yönetiminin ifade özgürlüğü konusunda kritik bir açmazla karşı karşıya olduğunu söyleyebiliriz.

11 Eylül sonrasında ABD’de genel olarak özgürlüklerin ulusal güvenlik kaygıları adına sınırlandırıldığı bir süreç yaşanmıştı. Müslümanların takibe alındığı, Amerikan vatandaşlarının dinlenmesi gibi skandalların yaşandığı, ulusal güvenlik mahkemelerinin aldığı gizli kararların sorgulanamadığı, Guantanamo gibi hukuk garabetlerinin oluştuğu bir dönem yaşanmıştı ve o dönemin birçok pratiği de devamlılığını korudu. O dönemde Columbia Üniversitesi gibi kampüslerde Amerika’nın Afganistan ve Irak’ı işgal politikalarıyla birlikte İsrail’in Filistin’i işgalini eleştiren hocalar Campus Watch (Kampüs Takip) gibi grupların taciz faaliyetlerine maruz kalmışlardı. Bununla birlikte birçok kurum ifade hürriyeti ve demokratik haklar adına hukuk mücadelesi vererek çoğu zaman başarıya ulaşmıştı.

7 Ekim olaylarını İsrail’in 11 Eylül’ü gibi sunarak İsrail’e karşı her eleştiriyi bir şekilde antisemitizmle özdeşleştirmeye çalışan grupların ifade hürriyetinin sınırlarını İsrail lehine sınırlandırmaya çalıştıkları açık. Amerika’nın en kutsal gördüğü ifade hürriyeti ilkesi dolayısıyla, sokaklarda Nazi bayraklarının açılarak yürünmesi ve Amerikan bayrağının yakılması gibi aşırı eylemlere dahi izin verilirken Filistin yanlısı protestoların sınırlandırılmaya çalışılmasının başarı kazanması zor. Buna rağmen, İsrail yanlısı grupların Filistin’i desteklemenin antisemitizm olarak tanımlanmasını sağlayarak toplumda ‘caydırıcı etki’ yaratarak bunun üzerinden bir korku iklimi oluşturmak istedikleri söylenebilir. Bu etkinin belli medya kurumlarında, üniversitelerde ve siyasette etkili olduğu yadsınamaz ancak antisemitizmin yükselişinin ifade hürriyetinin sınırlandırılması için kullanılması ters tepecektir.

Translate »