Ekim 16, 2024

ABD’nin Soğuk Savaş silahı Ford Vakfı: Türkiye’de eğitime müdahaleler ve Fen Lisesi

Soğuk Savaş döneminde ABD’nin diplomatik çabalarıyla uyum içinde çalışan Ford Vakfı, Türkiye’de de çalışmalar yürüttü. Vakfın projelerinden biri de açılan ilk Fen Lisesi’ydi…

Türkiye’de kurumsallaşmış bilimin yakın tarihinde, 1956 ve 1964 yılları arasındaki sekiz yıllık zaman diliminde üç bilim kurumu kuruldu. 1956’da Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ), 1963’te Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK) ve 1964’te Fen Lisesi.
Bu kurumların ortak özelliği ise önemli ölçüde Ford Vakfı tarafından finanse edilmeleriydi. Vakıf, ODTÜ’nün lisansüstü programlarını kurması ve Araştırma Konseyi’nin araştırma hibeleri sunması için fon sağladı, Fen Lisesi’nin maliyetlerinin yarısından fazlasını karşıladı…
Geçtiğimiz günlerde Dr. Öğr. Üyesi Mehmet Alper Yalçınkaya tarafından kaleme alınmış olan bir makale yayımlandı. “Bilimsel İş Gücü Krizini İnşa Etmek: Soğuk Savaş Türkiye’sinde Bilim Eğitimi ve Ford Vakfı” başlıklı makalede, vakfın 1960’larda Türkiye’deki bilim eğitimine yönelik faaliyetleri ele alınıyor.
Makalede, vakfın faaliyetleri özellikle Fen Lisesi’nin kuruluş süreci, amacı ve döneminde yarattığı tartışmalar üzerinden işleniyor.
soL, makalede öne çıkan kısımları okuyucuları için derledi. Soğuk Savaş Türkiye’sinde Ford Vakfı’nın eğitime müdahalesi..
ABD’nin eğitim politikası: ‘Bilimsel elitler’ üretmek
İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Sovyetler Birliği’ne kıyasla yeterince bilim insanı yetiştiremeyen ve bilimsel çağ için gerekli becerileri geliştiremeyen ABD’de, eğitime yönelik kapsamlı bir reform başlatıldı ve bu reform kısa süre içinde Batı Avrupa ülkeleri tarafından da benimsendi.
Söz konusu reformun ana fikri, “azgelişmiş” toplumlarda “modernleşen elitler” üretiminin önemiydi. Bu fikir kapsamında eğitim, “insan gücü ihtiyaçlarını” karşılamanın bir yolu olarak, yeni bir kavramsallaştırmaya tabii tutuldu.
Reform sadece eğitimin öncelikli hale getirilmesiyle de sınırlı kalmadı, aynı zamanda tartışmanın terimlerinde de bir değişikliğe neden oldu. Genellikle askeri ve istihdam değerlendirmelerinde kullanılan “insan gücü” kavramı, savaş sonrasında daha geniş bir kullanım alanı kazandı. Söz konusu yaklaşımı karakterize eden aciliyet vurgusu, yetenekli öğrencilerin eğitimini öncelikli hale getirdi.
Elitlere ve bilimsel eğitime odaklanmak, savaş sonrası eğitim trendlerinin ortak bir özelliği haline geldi. Modernizasyon teorisyenlerine göre az gelişmiş ülkeler, iyi eğitimli elit bir kadro tarafından yürütülen “evrimsel ekonomik değişim” yoluyla “Amerikan modernitesine” ulaşabilirlerdi.
SSCB’nin 1957 yılında Sputnik’i uzaya fırlatmasının ardından, ABD’li bilim insanlarının bilim eğitimi reformu için yaptıkları baskı, Ulusal Bilim Vakfı (NSF) projesinin başlatılmasıyla doruğa ulaştı. Bu proje kapsamında yeni öğretim materyalleri üretildi ve öğretmenler yeniden eğitildi.
ABD’li bilim insanlarının öncülük ettiği reform, “bilim insanı merkezli” bir yaklaşıma sahipti. Bu yaklaşım, üst düzey bilim insanları yetiştirmeyi ve bilim insanlarının çalışmalarına sempati duyan bir kamuoyu oluşturmayı amaçlıyordu. Yaklaşım, 1950’ler ve 1960’lar boyunca “hayır kuruluşları” ve uluslararası organizasyonlar tarafından teşvik edildi.
Eğitimin “bilimsel elitler” üretmenin bir yolu olarak görülmesi fikri, Türkiye’de de karşılık buldu. Kitle eğitiminin genişletilmesi ve ulusal bir kimlik inşa edilmesi çabalarının yanı sıra Türk eğitim politikası, nitelikli öğrencileri yurt dışındaki üniversitelere göndererek iyi eğitimli profesyoneller yetiştirmeyi hedefliyordu. Küçük elit kadroların toplumsal değişimin meşru mühendisleri olarak kavramsallaştırılması, çeşitli siyasi görüşlere sahip entelektüeller arasında zaten yaygındı. Bu nedenle Batı’da yükselişe geçen bu reform hareketi, Türkiye için yeni bir anlayış değildi.
OECD ve NATO da dahil oldu
“Hayır kuruluşları” bu dönemde ABD’nin faaliyetlerinde önemli bir role sahipti ve vakıfların desteklediği projeler ABD’nin diplomatik çabalarıyla uyum içindeydi.
Vakıflar, eğitimi ve ekonomik büyümeyi “gelişmemiş” ülkelerde Sovyet etkisiyle mücadele etmek için anahtar unsurlar olarak kullandı ve Amerikan/Batı yaklaşımı benimsemiş akademik kadrolar oluşturmayı amaçladılar. Ekonomik ve sosyal sorunları çözmeye yardımcı olacak ve komünizme karşı bir siper oluşturacak “bilimsel elitler” ağları oluşturmak ana hedeflerden biri oldu ve bu durum, özellikle Ford Vakfı’nın Türkiye gibi kritik öneme sahip ülkelerde bilim eğitimine yatırım yapmasına yol açtı.
ABD’de başlayan yaklaşım hızla Ekonomik Kalkınma ve İş Birliği Örgütü (OECD) ve NATO aracılığıyla yayıldı. 1958’de OECD, Bilimsel ve Teknik Personel Komitesi’ni (CSTP) kurdu ve üye ülkelerde bilimsel ve teknik insan gücünü araştırmak için bir proje başlattı. CSTP’nin Akdeniz Bölgesel Projesi’ne (MRP) bir Türk ekibi de katıldı ve bu proje, eğitimin Akdeniz ülkelerinde uzun vadeli insan gücü ihtiyaçlarını karşılamaya nasıl katkıda bulunabileceğine dair değerlendirmeleri içerdi.
NATO ise 1952’de askeri personel ve bilim insanlarını bir araya getiren Havacılık Araştırma ve Geliştirme Danışma Grubu’nu (AGARD) kurdu. Ardından, 1958’deki açılış toplantısında, Bilim Komitesi, “NATO’nun üye ülkeleri bilimsel ve teknik insan gücü alanında daha etkili eylemler yapmaya teşvik etmesi gerektiğini” ve üye hükümetlere “bilim eğitimi için daha büyük ödeneklerin acil ihtiyacını hatırlatması” gerektiğini açıkladı. Ford Vakfı’nın desteğiyle, Komite, “Batı Biliminin Etkinliğini Artırma” konulu bir çalışma grubu kurdu ve 1960 yılına dair raporda üye ülkeler, bilimsel araştırmalara ve bilim eğitimine daha fazla yatırım yapmaya çağrıldı.
Türkiye’nin NATO’ya katılmasının ardından Yarbay Fuat Uluğ, Türkiye’nin AGARD temsilcisi oldu. Uluğ, genelkurmay içinde Bilimsel Danışma Kurulu kurdu ve NATO’dan Türkiye’deki temel bilimlere destek sağlamasını istedi.
Devlet Planlama Teşkilatı tarafından 1962’de hazırlanan ilk beş yıllık kalkınma planı, eğitimi kalkınma için gerekli olan insan gücünü üretmenin bir yolu olarak tanımladı ve OECD’nin tavsiyesi üzerine bilimsel araştırmaları koordine edecek bir ajansın kurulmasını önerdi. Ancak ajans, Ford Vakfı’nın müdahalesinden sonra kuruldu.
‘NATO’nun ileri karakolu’ Türkiye’ye müdahale
1923 ile 1950 yılları arasında Türkiye’yi ziyaret eden 79 danışmandan yalnızca 7’si ABD’liydi. Ancak Demokrat Parti’nin iktidarda olduğu 1950 ila 1960 yılları arasında bu oran büyük bir değişime uğradı. Söz konusu zaman diliminde Türkiye’ye gelen 44 danışmandan 41’i ABD’liydi.
ABD’nin ilgisi, şüphesiz Türkiye’nin Orta Doğu’da güvenilir bir NATO müttefiki olarak görülmesiyle ilgiliydi. Bu durum eğitim alanında fikir alışverişlerine ve uzman ziyaretlerine yol açtı, Birleşmiş Milletler ile ABD tarafından desteklenen iki eğitim kurumunun kurulmasına neden oldu: 1952’de bürokratları eğitmek için kurulan Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü (TODAIE) ve 1956’da teknik personel yetiştirmek amacıyla kurulan Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ).
Milli Eğitim Bakanlığı’na Ford Vakfı tarafından atanan bir danışmana göre, “Türk eğitim liderlerinin düşüncelerini şekillendirmeye yardım etmek” başlıca hedefti. Danışman, “Türkiye’nin, Yakın Doğu’da NATO’nun ana ileri karakolu olarak ABD’ye sadık kaldığını ancak karşı hareketlerin ortaya çıktığını ve kültürel değişimin yavaş olduğunu, çünkü Türklerin ırksal geçmişinin Doğu’ya ait olduğunu” vurguladı. “Doğulu zihin” bilginin kullanım amacıyla ilgi gösteriyordu, Ford uzmanlarının ele alması gereken ana mesele buydu.
Ford’un girişimleri modernleşme teorisine dayanmaktaydı ve ABD dış politikasıyla bağlantılıydı. Vakıf temsilcileri, Türk “kanaat önderlerini” Soğuk Savaş’ın gerekliliklerine göre şekillendirme konusundaki ilgilerini gizlemiyorlardı.
Temsilci Ankara’ya taşındı: Akademisyenler ve patronlarla ilişki kurdu
1950’lerin sonlarına doğru, Vakfın yatırım düzeyi kalıcı bir temsilci atayacak kadar arttı ve Eugene Northrop, Vakfın faaliyetlerini denetlemek ve yeni alanları belirlemek üzere Ankara’ya taşındı. Northrop’un çözümü üç maddeden oluşuyordu: “En iyi öğretmenleri alın, en iyi öğrencileri alın, en üst düzey bilimsel insan gücünü yetiştirin.”
Kısa bir süre sonra 27 Mayıs 1960’ta darbe gerçekleşti. Bu belirsiz dönemde Northrop, müttefikler aramaya başladı.
Northop,Türk bilim insanlarıyla olan görüşmelerini yoğunlaştırdı. Listede Besim Tanyel, Saffet Süray, Adnan Sokullu, Ratıp Berker, Cengiz Uluçay, Bahattin Baysal ve Erdal İnönü vardı. Bu akademisyenler, öne çıkan bilim insanları olmanın yanı sıra uluslararası ağlarla da iyi bağlantılara sahipti.
Northrop’un müttefik aradığı bir diğer alan ise Türk iş dünyasıydı. Northrop bu dönemde Nejat Eczacıbaşı ve Behçet Osmanağaoğlu gibi patronlarla düzenli olarak yazıştı. Süreç içinde Türkiye’de bilimin ve eğitimin organizasyonunda iş dünyasının rolünün genişletilmesi fikri öne çıktı. Northrop’un görev süresi boyunca, Vakıf gerçekten de iş dünyası tarafından önerilen projeleri finanse etti.
Hükümetle görüşmeler başladı, proje hayata geçti
Northrop bir yandan da hükümetle görüşmelere başladı. Eğitim konularına ilgi duyan ve görüştüğü bilim insanlarıyla yakın temas içinde olan Millî Birlik Komitesi üyesi Sami Küçük’ü ziyaret etti. Daha sonrasında Küçük, Fen Lisesi’nin tamamen Northrop’un fikri olduğunu rapor etti:
“Bana … matematik ve fen derslerinde üstün başarı gösteren öğrencileri bir araya getirecek bir Fen Lisesi’nin, Türkiye’nin gelecekteki teknik personelinin yetiştirilmesi açısından son derece faydalı olacağını ve Amerikan teknolojisinin bu tür okulların mezunlarından geniş ölçüde yararlandığını söyledi.”
Fikirden etkilenen Küçük, Milli Eğitim Bakanlığı’nı bu fikri benimsemeye teşvik etti. Uzun müzakerelerin ardından proje onaylandı. Süreci denetlemek için oluşturulan komite, projeyi şöyle tanımladı:
“Her ülkenin en değerli varlığı insan kaynaklarıdır. İnsan kaynaklarının en önemli unsuru, kuşkusuz, yüksek yeteneklere sahip insanlardır. … Çok zor siyasi, sosyal ve ekonomik sorunları çözme gerekliliğiyle karşı karşıya kaldığımız zamanlarda ve hızlı gelişime ihtiyaç duyan ülkemizde, her zamankinden daha fazla yetenekli liderlere ihtiyacımız var.”
Böylece, Türk bilim insanlarının mesleki çıkarları, Vakıf kaynaklarının etkili kullanımı ve uluslararası organizasyonların etkisiyle şekillenen Fen Lisesi projesi, küresel bir trendin yerel bir ürünü olarak ortaya çıktı.
Hükümet inşaatın finansmanını AID fonları kullanarak üstlenmeyi taahhüt etti, projeye seçilen Türk profesörler ile öğretmenlerin ekipman masrafları, ABD seyahatleri, ders kitaplarının yazımı ve öğretmenlerin eğitim süreçleri ise Vakıf tarafından karşılandı.
Öte yandan uluslararası örgütler de bilim eğitimi alanında önemli aktörler haline geldi. OECD, UNESCO’nun da katkıda bulunduğu ABD ders kitaplarına yönelik reform projesini uluslararasılaştırdı. OECD temsilcileri 1961 ve 1962 yıllarında Türkiye’de matematik eğitimi hakkında görüşmeler yaptı. Reform projesinin ana temsilcisi de Northrop oldu.
Eleştiriler arttı: Amerikan projesi…
Bu dönemde Türkiye’de elit eğitim yerine kitle eğitimini destekleme çağrıları da ortaya çıkmaya başladı. 1963 yılında TBMM’de bir milletvekili, hükümetin neden böyle alışılmadık bir kuruma yatırım yaptığını sordu. Eğitim Bakanı Reşat Hatipoğlu’nun verdiği yanıt şu oldu:
“Hiçbir fedakarlık yapmıyoruz. Amerikalılar parayı veriyor. Okul Ford Vakfı tarafından donatılıyor… Bu okulu… lisede öğretmenlerimizi eğitmek için kullanacağız; burada gelişecekler. Bu yüzden bu fen lisesi hakkında endişelenmeyin. Amerikalılarla bir ilgisi yok. Bu Türk okulu. Eğitim İngilizce olmayacak ya da başka bir şey. … Bu sadece bir yardımdır.”
Eleştiriler, 1965 yılında tarihsel Türkiye İşçi Partisi’nin Meclis’e girmesi ve Türkiye Öğretmenler Sendikası’nın kurulmasıyla yoğunlaştı. Bu eleştiriler, eğitim ve bilim eğitimi de dahil olmak üzere, projeye dair birçok varsayımı sorgulayan bir bakış açısıyla şekilleniyordu.
Türkiye Öğretmenler Sendikası Başkanı Fakir Baykurt, eğitimin yabancı denetime teslim edilmesine “Milli Eğitim Bakanlığı’nın Bütçeleme ve Planlama Bölümü’nde yabancı uzmanlar var, AID’de yabancı uzmanlar var, Fen Lisesi’nde yabancı uzmanlar var” ifadeleriyle tepki gösterdi.
Dönemin TİP milletvekili Yusuf Ziya Bahadınlı, Northrop’u Türkiye’yi bir test sahası olarak kullanmakla ve hükümeti Türk uzmanlarını Amerikalılara boyun eğmeye yönlendirmekle suçladı. Ancak projedeki en önemli meseleler ekonomik ve sosyal gerçeklerdi. Çünkü giriş sınavını geçen öğrenciler elit ortaokullardan geliyordu, dolayısıyla “geleceğin bilim insanları zengin çevrelerden seçiliyordu.” Bahadınlı eleştirilerini şöyle devam ettiriyordu:
“Yüzlerce zengin kişinin çocuklarını milyonlarca lira harcanarak kurulan ve tamamen Amerikalıların talimatlarına teslim edilen bir okulda toplamak; onları tüm insani temaslardan izole etmek; Amerika sevgisiyle dolu vatandaşlar yetiştirmek. Oysa bu çocuklar daha sonra Türkiye’de fırsat bulamadıkları bahanesiyle özellikle Amerika’da ‘ucuz iş gücü’ olarak çalıştırılacaklarsa, bu okul, hala okuma yazma bilmeyen on yedi milyon Türk insanını ve hala okul bulunmayan on altı bin köyü alay etmekten başka bir şey değildir.”
Bahadınlı, Fen Lisesi’nin arkasındaki formülün Türkiye’deki eğitimi özetlediğini belirterek “Fen Lisesi = Amerikan parası + Amerikan projesi + Amerikan ders kitapları + Amerikan uzmanları” dedi. Onu kesen başka bir milletvekilinin kısa sorusu ise tartışmayı siyasi bağlamına yerleştirdi: “Yani onları Amerika’dan değil de Moskova’dan mı getirmeliyiz?”
Devlet Planlama Teşkilatı: Bilinçli bir yaklaşımı temsil etmiyor
1966 yılında Northrop, Vakıf projeleri üzerine yapılan anket kapsamında değerlendirmelerde bulundu. Fen Lisesi projesini değerlendirmenin zor olduğunu belirten Northrop, projenin bir başarı olarak başladığını ancak başarısızlıkla sonuçlanabileceğini ifade etti.
1967’de Fen Lisesi materyallerini diğer okullara yaymak amacıyla bir komisyon kuruldu, Vakıf bu proje için de fon sağladı. Ancak bu girişim karışık sonuçlar verdi ve ironik bir şekilde, Fen Lisesi’nin statüsünde bir düşüşe neden oldu. Bu dönemde sağlık durumu kötüleşen Northrop, Türkiye’yi terk etti ve 1969’da öldü. Vakıf ise 1972’de Türkiye ofisini kapattı.
1979’da Devlet Planlama Teşkilatı tarafından bir rapor yayımlandı. Raporda Fen Lisesi, Orta Doğu Teknik Üniversitesi ve Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurulu, yani Ford destekli üç projenin de beyin göçüne katkıda bulunduğu belirtildi. 1980’de Teşkilat’ın okul hakkındaki raporunda yer alan verilere göre de Fen Lisesi mezunlarının yaklaşık yüzde 30’unun yurt dışına taşındığını belirtildi.
Fen Lisesi’nin düşük sosyo-ekonomik statüye sahip bölgelerden neredeyse hiç öğrenci almadığının aktarıldığı raporda, “Bu kurum gerçek yaşamla uygun şekilde bağlantılı değil… Topluma ve kalkınmaya katkıda bulunma konusunda bilinçli bir yaklaşımı temsil etmiyor…” denildi ve her öğrencinin devlete, sıradan bir lise öğrencisinin 19 katı kadar maliyet getirdiği vurgulandı.
Ayrıca 1980 tarihli bir Ford Vakfı raporu, mezunların temel bilimler yerine mühendislik ve tıp kariyerlerini tercih ettiklerini ortaya koydu. Raporda, bilimin ekonomik büyüme üzerindeki etkisinin, 1960’larda varsayılandan daha uzun vadeli bir mesele olduğu belirtildi.

Translate »